Kaşları yukarı kalkarken gözlerini gözlerime kenetledi. “Eee?”
Gözlerimi kısarak, “Ne eee? Beni dinlemiyor musun?” dedim ve elindeki kumandayı alıp televizyonu kapattım. “Hikâyemiz son buluyor, Meriç. Ne olsun ismi?”
Memnunca gülümsedi. “Yıldızların denize düşmesinin hikâyesi?”
Kafamı itiraz eder gibi iki yana salladım. “Hayır, olmaz. Çok basit kaldı.”
“Sen söyle o hâlde.”
Biraz düşündüm. “Bu tür şeylerde iyi değilim, Meriç. Yardımcı ol, senin ağzın iyi laf yapar.”
Muzipçe gülümsedi bu kez. “Evet, ağzımı iyi kullanırım,” dedi ve omzuna vurduğumda gülerek, “Ve sen çok fesatsın,” diye ekledi.
“Yav he, he. Hadi söyle ne olsun?” dedim gözlerimi devirerek.
Dirseklerini dizlerine yaslayıp bana doğru eğildi. “Gözlerinde yıldız olan bir kızın, gözlerinde deniz taşıyan bir adama yıldızını bırakması?”
Yutkundum. “N-ne bakıyorsun öyle?” diye kızmaya çalıştım. Gülerek ayağa kalkıp beni de kaldırdı ve pencereden görünen denizi gösterdi. Gecenin karanlığında yıldızlar da belirgin hâle gelmişti.
“Ya da kısaca tam olarak bu manzara,” dediğinde bir yıldız denize doğru kayıyordu.
Gülümsedim. “Seni seviyorum.”
O da gülümsedi. “Biliyorum, güzelim. Ben de seni seviyorum.”f